Dünyanın Allah’ın okunması gereken bir kitabı, ahiretin bir tarlası, Allah’ın isimlerinin aynası, seyyar bir pazar, geçici bir piknik alanı ve bir misafirhane olduğunu dikkatlerimize sundu.[7] Eğer bütün mülkün sahibi olan Allah´ı bulur, O’un kulu olduğunu itiraf ve
Bundandolayı, bu ilme sahip, en “üstün insan” oluşundan dolayıdır ki, Peygamber Efendimiz (sav): “Şu topluluklara ne oluyor ki benim yaptığım şeyi yapmaktan çekiniyorlar. Allah’a yemin ederim ki, ben onların Allah’ı en çok bileniyim ve en çok Allah’tan korkanıyım.” buyurur. (Buhârî, Edeb, 72.) Ey Alîm olan
Allaha yemin ederim ki, Allah’tan en çok korkanınız ve ona karşı gelmekten en çok sakınanınız benim. Böyle olduğu hâlde ben bazen oruç tutuyor, bazen de tutmuyorum. Hem namaz kılıyorum hem de uyuyorum ve kadınlarla evleniyorum. Benim sünnetimden yüz çeviren, benden değildir, dedi. (B5063 Buhârî, Nikâh, 1; M3403
NitekimAllah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu muvazeneyi bir hadislerinde şöyle anlatır: “Ben, sizin Allah’tan en çok korkanınız ve kötülükten en çok korunanınızım. Böyle iken ben bazı günler oruç tutarım, bazı günler tutmam.
Dahasonra Rasûlullah (s.a.s.) bu durumu öğrenince onları çağırıp şöyle buyurdu: "Allah'a yemin olsun ki ben sizin Allah'tan en çok korkanınız ve O'ndan en fazla sakınanızım; fakat zaman zaman oruç tutar ve iftar ederim; namaz kılar ve uzanıp yatarak
ASPZyAZ. Enes b. Mâlik rivayetine göre Peygamber Efendimiz “Kim benim sünnetimden yüz çevirirse, o benden değildir.” hadisi, açıklaması ve kaynağı“Kim benim sünnetimden yüz çevirirse, o benden değildir.”Peygamber ocağında yetişen Enes b. Mâlik’in rivayetine göre;Hz. Peygamber’in ashabından ibadete düşkün üç sahâbî Allah Resûlü’nün gece ve gündüz yapmış olduğu nafile ibadetleri öğrenmek üzere onun evine geldiler. Peygamberimizin bütün Müslümanlarla birlikte eda ettiği farz ibadetler dışında evinde iken Rabbine kulluğunu nasıl arz ettiğini merak hanımlarının evlerine geldiler. Kendilerine Peygamber Efendimiz’in ibadet hayatı hakkında bilgi alınca bunun kendilerine az geleceğini düşündüler ve“Biz nerede, Peygamber nerede? Şüphesiz Allah onun geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışlamıştır!” biri– “Ben ömrümün sonuna kadar, geceleri daima namaz kılacağım” diğeri– “Ben hayatım boyunca gündüzleri oruç tutacağım ve oruçsuz gün geçirmeyeceğim” kişi de– “Ben de ömrümün sonuna kadar hanımlardan ayrı yaşayacağım, evlenmeyeceğim” diye söz verdi. Bir müddet sonra Peygamber efendimiz onlarla karşılaştı ve kendilerine şunları söyledi – “Biraz önce şöyle şöyle söyleyen sizler misiniz?” Evet ey Allah’ın Elçisi.” – “Allah’a yemin ederim ki, ben sizin Allah’tan en çok korkanınız ve en çok sakınanınızım. Bununla beraber ben bazen oruç tutarım, bazen oruç tutmam. Gecenin bir kısmında nafile namaz kılar, bir kısmındaysa uyurum. Ben, kadınlarla da evlenirim. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse, o benden değildir.” Kaynağı Buhârî, Nikâh, 1Bir Başka Hadis-i ŞerifDiğer benzer bir Rivayet edilen hadise de şöyledir…Peygamberimizin sütkardeşi olan Osman b. Maz’ûn da benzer bir ruh hâline bürünerek dünyadan el etek çekmeye karar vermişti. Hatta kendisini ibadete öylesine adamıştı ki, bakımlı bir hanım olan eşi Havle’yi bile gözü görmez dağınık ve mutsuz hali Peygamber Efendimizin dikkatini çekince Hz. Âişeye bunun sebebini sormuş, o da eşinin bütün günü oruçla ve bütün geceyi namazla geçirmesinden dolayı Havle’nin, eşi olmayan bir kadın gibi kendini bıraktığını üzerine de Peygamber Efendimiz Hz. Osmanı yanına çağırarak,“Yoksa benim hayat tarzımdan yüz mü çevirdin?” diye çıkıştıktan sonra inananları dengeli bir hayata çağıran şu cümleleri tekrarlamıştı “Ben hem uyurum, hem namaz kılarım. Bazen oruç tutarım, bazen de tutmam. Kadınlarla da evlenirim. Allah’tan kork ey Osman! Bilesin ki, ailenin senin üzerinde hakkı var, misafirinin senin üzerinde hakkı var, vücudunun senin üzerinde hakkı var. Bazen oruç tut, bazen tutma, biraz namaz kıl biraz da uyu!” İbn Hanbel, VI, 267 nedir? İslam’da sünnet anlayışıDin Nedir?Peygamberimizin Kronolojik Facebook’ta!
Kur'ân-ı Kerîm ve hadîs-i şeriflerde "havfullah mehâfetullah ve haşyetullah" denilen Allah korkusu üzerinde çok durulmuştur. Günah işleyenlerin ve başkalarına haksızlık edenlerin Allah'ın gazabından ve azabından korkmaları lâzımdır. Kur'an'da "Eğer inanıyorsanız biliniz ki en çok korkulmaya lâyık olan Allah'tır" et-Tevbe 9/13; el-Ahzâb 33/37, "Onlardan değil, benden korkun" Âl-i İmrân 3/175 buyurulur. Kişi insanlardan değil, Allah'tan korkarak günah işlememeli, kötülük ve haksızlık etmemelidir. Gizli-açık işlenen her kötülüğü bilen Allah Teâlâ'nın işlenen kötülükleri cezasız bırakmayacağına, er veya geç bunun hesabını soracağına inanmalı, dinin emirlerine uyup yasaklarından kaçınırken Allah'tan başka hiçbir kimseden korkmamalıdır. Allah Teâlâ böyle kullarını över "Onlar Rablerinden de, kötü azaptan da korkarlar" er-Rad 13/28. "Allah'tan başka hiçbir kimseden korkmazlar" et-Tevbe 9/18; el-Ahzâb 33/39.Başta peygamberler ve velîler olmak üzere bütün müminler Allah'tan korkar. Hz. Peygamber, "Allah'ı en iyi bileniniz ve ondan en çok korkanınız benim" buyurmuştur Buhârî, “Edeb”, 72; Müslim, “Fezâil”, 35. Bir hadiste de "Hikmetin başı Allah korkusudur" Aclûnî, Keşfü'l-hafâ, I, 421 buyurulmuştur. Allah'tan korkan başkasından korkmaz. Allah korkusu diğer korkuları siler ve kişiyi cesur hale getirir. Allah'tan korkanların âhirette de korkuları olmayacak, mahzun olmayacaklardır el-Bakara 2/38, 62, 112, 262, 274, 277. İşte Allah'ın velî ve ergin kulları korkusu konusu üzerinde çok duran sûfîler bunu tasavvufun temel ilkelerinden biri haline getirmişlerdir. Buradaki korku aynı zamanda Allah'ı sevmekten kaynaklanan bir çekinme mahiyetindedir. Bu sebeple Allah korkusu ile Allah sevgisi, birbirini tamamlayan iki kavramdır.
Peygamber Efendimiz ibadetlerde ölçülü olmayı ve amellerde devamlılığın sağlanmasını öğütlemiştir. Resul-i Ekrem Efendimiz bir hadisinde "Gücünüzün yettiğini yapın. Allah'a yemin ederim ki siz usanırsınız da Allah usanmaz. Allah'ın en sevdiği ibadet, kişinin az da olsa devamlı yaptığı ibadettir" buyurmuştur. Belirli ölçülerde ancak devamlı olarak yapılan ibadetlerin feyzini anlatmış, aşırıya kaçılan ibadetlerin nefse ağır gelebileceğini, devamlılığının sağlanamayacağını, ibadetleri terk etmenin doğru olmadığını vurgulamıştır. İbadetlerde ölçülü olmaya ve amellerde devamlılığa dair ayet ve hadisleri derledik. Giriş Tarihi 0936 Güncelleme Tarihi 1424 1 23 Tâhâ. Ey Muhammed! Biz, Kur'an'ı sana sıkıntı çekesin diye indirmedik. Tâhâ, 1-2 2 23 ...Allah, sizin için kolaylık diler, zorluk dilemez... Bakara, 185 3 23 Hz. Âişe'nin ra anlattığına göre yanında bir kadınla otururken Resûlullah içeri girer ve Hz. Âişe'ye, "bu kadın kimdir" diye sorar. Hz. Âişe "Bu, filan kadındır" diyerek kadının kıldığı namazlardan bahseder. Resûlulah "Tamam, anlatma! Gücünüzün yettiğini yapın. Allah'a yemin ederim ki siz usanırsınız da Allah usanmaz. Allah'ın en sevdiği ibadet, kişinin az da olsa devamlı yaptığı ibadettir" buyurdu. Buhârî, Îmân, 32; Müslim, Müsâfirîn, 221 Fİkriyat Kur'an-ı Kerim uygulaması için tıklayın. 4 23 Enes ra anlatıyor Üç kişi Peygamber'in eşlerinin evlerine gelerek onun nasıl ibadet ettiğini sordular. Anlatılınca da, sanki onu azımsadılar ve "Peygamber'in yanında biz kimiz ki! Onun geçmiş ve gelecek bütün günahları bağışlanmıştır" dediler. Aralarından birisi "Ben, yaşadığım müddetçe geceleri hep namaz kılacağım" dedi. Diğeri "Ömrüm boyunca oruç tutacağım, asla oruçsuz günüm olmayacak" dedi. Üçüncüsü de "Kadınlardan uzak kalacağım ve hiç evlenmeyeceğim" dedi. Peygamber bunların yanına geldi ve onlara "Şöyle şöyle diyenler siz misiniz? Allah'a yemin ederim ki, Allah'tan en çok korkanınız ve ona karşı gelmekten en çok sakınanınız benim. Böyle olduğu hâlde ben bazen oruç tutuyor, bazen de tutmuyorum. Hem namaz kılıyorum hem de uyuyorum ve kadınlarla evleniyorum. Benim sünnetimden yüz çeviren, benden değildir" dedi. Buhârî, Nikâh, 1; Müslim, Nikâh, 5 5 23 İbn Mes'ûd'dan ra rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber "Söz ve fiillerinde aşırı gidenler helâk oldular." buyurdu ve bu sözü üç defa tekrarladı. Müslim, İlim, 7
Yazılar / Tarih 24 Haziran 2011 Saat 1026 / Yüce Rabbimiz buyuruyor “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”[1] Yani Allah katında alimler önemli ve değerlidir. –Neden? Âlimleri değerli kılan nedir? Bu sorunun cevabını da yine Yüce Rabbimiz vermektedir -“Çünkü kulları içinde Allah’tan gereğince korkan, Allah’ı layıkıyla seven, sayan ancak ve ancak âlimlerdir.”[2] Bunun içindir ki Sevgili Peygamberimiz “Sizin Allah’ı en iyi bileniniz benim, dolayısıyla Allah’tan en çok korkanınız da yine benim!”[3] buyurmuşlardır. Ebu Hanife’ye isnad edilen şazz bir kıraatte, Allah lafzı merfu okunur ve mana şöyle olur “Allah cc, sadece âlim kullarına saygı duyar, yani değer verir.” Bu izahlarda insanları hakir görmek değil, herkesi ilme ve âlim olmaya teşvik etmek hedeflenmiştir. ÂLİMLER PEYGAMBERLERİN VARİSLERİDİR. Ebû’d-Derdâ da diyor ki Ben Allah’ın Peygamberinden işittim; buyurdular ki “Her kim bir yola girer ve onda ilim isterse, Allah onun için cennete giden bir yolu kolaylaştırır. Melekler ilim öğrenenlere, yaptıklarından hoşlandıkları için, kanatlarını gererler. Göklerde ve yerde olanlar, hatta sudaki balıklar ilim öğrenen kimseye Allah’tan yardım ve bağış dilerler. İlim sahibinin Âbid’ten ibadet edenden üstünlüğü, ay’ın diğer yıldızlardan üstünlüğü gibidir. Âlimler, Peygamberlerin varisleridir. Peygamberler ne dinar ne de dirhem miras bırakmadılar, ancak ilim miras bıraktılar. Şu halde o ilmi alan büyük bir pay almış demektir.“[4] “Kıyamet gününde âlimlerin mürekkebi ile şehitlerin kanı tartılır, âlimlerin mürekkebi şehitlerin kanından ağır gelir.[5] Âlimim diyen, bildikleriyle yetinen cahil kalır. Cahilim diyen, bildikleriyle yetinmeyen ve ilim yolunda koşan da âlim olur. Peygamberimiz buyurmuşlar ki “İlim hazinedir. Anahtarı ise soru sormaktır. Öyleyse Allah size merhamet etsin sorun. İlimde üç kimse mükâfatlandırılacaktır. Söyleyen, dinleyen, tutan.”[6] “Malikî mezhebinin dışında kalan her üç mezheb köpeği “necisü’l-ayn=tam necis” kabul eder. Yani köpek bütünüyle necistir, pistir, derler. Dolayısıyla evlerde bulunması doğru değildir. Ancak köpek kelb-i muallem olursa yani kendisine av avlama öğretilmiş ve koyunları bekleme eğitimi verilmişse böyle bir köpeğin ağzına alıp getirdiği av yenir. Sürtünüp dolaştığı yerler temiz kabul edilir ve evde bulunması sakıncalı olmaz. İmam Fahruddin Razî bu hususu şöyle yorumlar “Bir köpek bile ilimden sadece av avlama işini öğrenir ve necisülayn olmaktan çıkarsa, hatta bir evin aile fertlerinden biri haline gelirse, ilim öğrenen insanın nasıl zirvelere ulaşacağını varın siz kıyas edin.”[7] İlmin azalması ve kalkması kıyametin alametlerinden sayılmıştır. Şöyle ki “İlmin kalkması, cehaletin her yerde görülmesi, zinanın yaygın hale gelmesi, içkinin içilmesi… kıyametin alametlerindendir.”[8] Bu dehşetli ortamlardan kurtulmak için ilme ve âlimlere şiddetle ihtiyaç vardır. HER ON SEKİZ KİLOMETREDE BİR ÂLİM Mescid-i Haram’da insanlara vaaz veren bir âlimden dinlemiştim. Diyordu ki “Her on sekiz kilometrede bir âlim bulundurmak şeairdendir. Yani olmazsa olmazlardandır. Bu âlimleri bulundurmak, kollamak, korumak Müslümanların boynunun borcudur.” Hadis-i şerifte “İnsanlara iyiliği ve güzel yolu öğreten âlim ölünce göğün kuşları, yerin hayvanları ve denizlerin balıkları ağlar.”[9] buyurulmuş. Aleyhissalatu vesselam yine buyurmuşlar ki “Allah’ın rahmeti benim halifelerimin üzerine olsun. Senin halifelerin kim ey Allah’ın Rasûlü? Demişler. Buyurmuş ki benim sünnetimi ihya eden, yolumu ve ahlakımı Allah’ın kullarına öğreten âlimlerdir.”[10] “İslam’ı ihya etmek için İlim peşinde olan her kime ölüm gelirse, cennette onunla peygamberler arasında sadece bir derece kalır. Peygamberlik makamına bu kadar yaklaşmış olur.”[11] “Bir İslam âlimi, bin tane ibadet eden abidden şeytana daha büyük sıkıntı verir.”[12] Onun için şeytanın en nefret ettiği kimseler âlimlerdir. Çünkü onları kolay kolay tuzağa düşüremez. Kötü emellerine âlet edemez. İLMİNÜSTÜNLÜĞÜ Şeyh Sadi Şirazî’nin Bostan ve Gülistan’ında şöyle bir kıssa vardır Âriflerden biri, tekkede arkadaşlarıyla yaptığı sohbeti ve arkadaşlığı bırakarak medreseye geldi. Dedim “İlim adamıyla kendisini dîne veren insan arasında ne fark vardır ki ibâdetle meşgul olanları bırakıp ilimle meşgul olanların arasına katıldın?” Dedi ki “İbâdetle meşgul olanlar Gemisini kurtaran kaptandır’ diyenler gibi dalgalar arasından kilimini kurtarmaya çalışır kendisini düşünür. Bu berikiler yani kendisini ilme verenler ise denize düşüp boğulmak üzere olanları kurtaranlardır.” Aslında tekkeyi ve medreseyi birbirinden ayırmamak lazımdır. Tekkede medrese, Medresede de tekke olmalıdır. Yani tekke ilimsiz, medrese takvasız olmaz. Olmamalı. İlim yapıyorum diye beş vakit namaz terk edilmez. İbadet edeceğim diye de ilim ihmal edilmez. ULÜ’L-EMR Yüce Rabbimiz, âlimlerin yerini ayette üçüncü sırada gösteriyor ve şöyle buyuruyor “Allah’a itaat edin, Rasûlüne itaat edin, bir de sizden olan ulu’l-emre itaat edin.”[13] Razi, ayette geçen ululemrden maksadın, en doğru görüşe göre âlimler olduğunu söylemekte ve şu fetvayı vermektedir Meliklerin hükümdarların âlimlere itaati vaciptir, ama âlimlerin yanlış icraatta bulunan meliklere itaati vacip değildir. [14] Çünkü âlim, ilmi; sultan dünyayı temsil ediyor. İlmin dünyadan üstün olduğu da inkâr edilmez bir hakikattir. BİR ÂLİM İÇİN EN BÜYÜK AZAP Ebu’l-Esved ed-Düelî demiş ki “Bir alime azap çektirmek istiyorsanız onu cahillere kadirbilmezlere arkadaş edin.” İşte böyle kadirbilmezlerin arasına düşen alimlerden biri de Ruhu’l-Beyan tefsirinin sahibi İsmail Hakkı Bursevî’dir. 1137/1725 Tefsirini 23 senede tamamlayan bu zat, halden anlamayanların, kadirbilmezlerin kötülemelerine, iftiralarına ve su-i zanlarına maruz kalmış, çok üzülmüş ve şu sözü söylemeye mecbur kalmıştır “Nasıl kurtulur o insanlar ki Allah onlara nasihat eden, ders yapan bir arkadaş vermişken; onlar onu kendilerine toslayan bir boynuz zannetmişler, ondan kurtulmanın gayreti içine girmişlerdir.” HOCASININ ELİNİ ÖPMEK İSTEYİNCE Muhyiddin Arabi ders aldığı hocasının elini öpmek istemiş. Hocası öptürmek istememiş. Muhyiddin israr edince, hocası -Evladım, bizim dinimizde el-etek öpmek yok, bilmiyor musun? Deyince Muhyiddin -Hocam sizin vazifeniz elinizi öptürmemek, benim vazifem de ne pahasına olursa olsun size saygı duymak ve elinizi öpmektir. Çünkü sizin benim üzerimdeki hakkınız ödenmez.” diyerek bir gerçeği ortaya koymuştur. Üstad Bediüzzaman da “Ben kendimi beğenmiyorum, beni beğenenleri de beğenmiyorum.” demiştir. Demiştir ama böyle dediği için de milyonlarca insan tarafından beğenilmiş ve takip edilmiştir. Herkes kendisine yakışanı yapmıştır. Mevlana Cami’nin hacca giden talebelerinden bazıları, hacdan sonra hocalarını ziyarete gelmişler -Efendi Hazretleri, demişler, hacca gitmeden önce sizin anlınızda bir nur görüyorduk, şimdi onu göremiyoruz. Yoksa bizden sonra size bir hal mi oldu? Mevlana Cami -Evet bir şey oldu ama evlat, bana değil, galiba size bir şeyler oldu. Siz, benden aldığınız ilim, irfan ve feyizle bir noktaya geldiniz. O aşk ve heyecanla hacca gittiniz. Gittiniz ama bununla beraber ucup hastalığına yakalandınız. Kendinize ve amelinize güvendiniz. Yani kendinizi hocanızdan daha büyük, daha doğru görmeye başladınız. Bu ucup ve gururunuzdan dolayı daha önce görmüş olduğunuz nuru artık göremez oldunuz. Allah, heva ve hevesten, havalara girmekten, feyiz kaynağını, vel-i nimetini, her yanıldığında doğruları söyleyecek âlim vezirini unutmaktan ve unutulmaktan bizi korusun. Vehbi Karakaş / Risale Haber [1] Zümer, 39/9 [2] Fatır, 35/28 [3] Bkz. Müslim, Sıyam, 79 [4] Buhari, İlm, 10; Ebû Davut, İlm, 1; Tirmizi, İlm,19; İbn Mace, Mukaddime,17. [5] Seyûti, el Câmiu’s saiğr, nr 10026; İbn Abdilberr, Câmiu Beyâni’l- İlm, nr. 139. [6] El-Maverdî, Ebu’l-Hasen, Edebü’d-Dünya ve’d-Din, 54 [7] Fahrurrazî, Tefsir’l-kebir, II, 193-194 [8] İbn Mace, Kitabü’l-Fiten, 25 [9] Fahrurrazî, Tefsirü’l-Kebir, II, 180 [10] Aynı yer [11] Aynı yer [12] Tirmizî, V, 48 [13] Nisa, 5/59 [14] Razî, I, 179
عَنْ مَسْرُوقٍ قَالَ قَالَتْ عَائِشَةُ رَضِىَ الله عنها صَنَعَ النَّبِىّ صلى الله عليه وسلم شَيْئًا تَرَخَّصَ وَتَنَزَّهَ عَنْهُ قَوْمٌ ، فَبَلَغَ ذَلِكَ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم فَحَمِدَ اللَّهَ ثمَّ قَالَ مَا بَالُ أَقْوَامٍ يَتَنَزَّهُونَ عَنِ الشَّىْءِ أَصْنَعُهُ ، فَوَاللَّهِ إِنِّى أَعْلَمُهُمْ بِاللَّهِ ، وَأَشَدُّهُمْ لَهُ خَشْيَةً Âişe radıyallahu anha demiştir ki Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bir şey yaptı ve onun yapılmasına ruhsat verdi. Fakat bir grup Müslüman onu işlemekten hoşlanmadı ve uzak durdu. Onların bu halleri Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'e ulaştı. Bunun üzerine Allah'a hamd ettikten sonra şöyle buyurdu “Bazılarına ne oluyor ki, benim bizzat işlediğim ve yapılmasına ruhsat verdiğim bir şeyi işlemekten hoşlanmıyor ve çekiniyorlar. Allah'a yemin ederim ki, ben Allah'ı onlardan daha iyi bilir ve Allah'a karşı onlardan çok daha fazla haşyet duyarım.”[1] Ümmet bütünlüğüne yönelik dış tehditlere paralel olarak değişik düşünce ve mihraklar adına, İslâm'ın özüne ilişkin bazı tavır alışlar uzunca bir süreden beri Müslümanların ve memleketin gündeminde tutulmaya çalışılmaktadır. Edille-i şer'iyye dediğimiz Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas sorgulanmakta, özellikle de “örnek” ve “beyân “ niteliği ile diğer delillere ışık tutan “sünnet” üzerinde bu sorgulama yoğunlaştırılmakta, hadisler hiç bir usule, dayanmaksızın keyfe ma yeşa reddedilmekte, dinî konularda her türlü görüş ve yoruma yer açmaya çalışılmaktadır. Kimileri Hz. Peygamber'i dışlayıp adeta peygamber olmaya kalkışırken, kimileri de Peygamber'den de ileride Müslümanlık arayışları içine girmektedir. Oysa biz, her Müslüman’ın ya da “Müslümanım” diyen herkesin Hz. Ömer gibi, “Biz rabb olarak Allah'tan, din olarak İslâm'dan, Peygamber olarak da Muhammed'den razıyız”[2] ikrarı ve uygulaması içinde olması gerektiğini düşünmekteyiz. Bunun dışında bir kurtuluş yolu bulunduğuna da inanmıyoruz. Bu sebeple burada Hz. Peygamber'in algılanışı ya da onun müstesna konumu üzerinde yine onun hadisimizdeki ikaz ve irşatları doğrultusunda durmak istiyoruz. Tebliğ ve beyân Bilindiği gibi Hz. Peygamber'in iki temel görevi vardır Tebliğ ve Beyân. Tebliğ Allah Teâlâ'dan vahiy yoluyla aldıklarını aynen insanlara nakletmek, duyurmak demektir. Konu ile ilgili bir ayet meâli şöyledir “Ey peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et; eğer bunu yapmazsan elçilik görevini yapmamış olursun, Allah seni insanlardan korur.”[3] Beyân ise; tebliğin anlaşılmasını sağlamaktır. Buna, amelî konularda icra biçimlerinin bi'l-fiil gösterilmesi ve ümmete öğretilmesi de dâhildir. Zaten bütün çeşitleriyle sünnet kavlî, fiilî, takriri budur, buradan kaynaklanmaktadır. O halde beyân ya da sünnet, dinin, bizzat mübelliği tarafından yaşanması ve tatbiki; hususiyetlerinin kesin hatlarıyla belirlenmesi ve uygulamada mümkün olan şekillerin gösterilmesi demektir. Ümmet hayatının birlik ve bütünlüğünün temel şartı da budur. Peygamber Örneği Müslümanların kulluk görevlerini en mükemmel, yani emredilen şekilde yapmaları hem en önemli vazifeleri hem de en tabiî haklarıdır. Müslümanlar bu hak ve görevlerini Hz. Peygamber’i izlemekle kullanabilirler. Hz. Peygamber’i izleme zorunluluğu ümmet olmanın ilk ve temel gereğidir. Çünkü hiç bir ümmet veya kişi, kendiliğinden din ortaya koyamadığı gibi, ibadet görevi ve şekli de tespit ve tayin edemez. İslâm ümmetinin dini ve dünyayı değerlendirmede tek ve gerçek önderi peygamberidir. Özellikle dinin yorum ve yaşanmasında Hz. Peygamber'in izinden uzaklaştırıcı hiç bir görüş, teklif ve tasarı ciddiye alınamaz. Ümmet için, olsa olsa, Hz. Peygamber'in çeşitli uygulama biçimlerinden -şâyet varsa- birini tercih imkânı olabilir. Ümmet, günlük hayatta su içişinden devletlerarası ilişkilere kadar, her sahada Peygamber'in hayatından örnekler ve izler aramakla en geçerli ve en gerekli yolu tutmuş ve ümmet olmanın bu yöndeki yükümlülüğünü yerine getirmiş olacaktır. Aksi halde kendisine gösterilen bâtıl yollar giderek artacak; ümmet, özelliklerini ve manevi kişiliğiyle birlikte maddi imkân, iktidar ve itibarını da kaybetme tehlikesiyle baş başa kalacaktır. Sünneti Terk Edenler Ümmet olmanın gereklerini bizzat Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kendisi ashâb ve ümmetine öğretmiştir. Ashâb-ı Kirâm'ın hareketlerini sıkı bir kontrol altında bulundurmuş, kendisine mahsus mükellefiyetler hariç, hiçbir gerekçe ile kendi yaşayış çizgisi dışına taşmalarına göz yummamıştır. Amellerini az bularak, devamlı oruç tutmak, geceleri uyumadan ibadetle meşgul olmak ve kadınlarıyla temas etmemek gibi zoraki ve aşırı birtakım tedbirlere başvurmayı kararlaştıran ve bu hareketlerine takva duygularını, ibadet düşkünlüklerini veya günahlarının çokluğunu gerekçe yapmak isteyen birkaç sahâbîyi haber alınca “Sizin içinizde Allah'tan en çok korkanınız benim. Ama ben oruç tutarım, iftar da ederim. Geceleri ibadet ederim ama uyurum da. Kadınlarımla da görüşürüm. Kim benim sünnetimden yüz çevirir, yaşayışımın dışına taşarsa o benden değildir, benim yolumu terk etmiştir.”[4] sözleriyle onları herkese örnek olacak şekilde ikaz ve irşad etmiş, dini sünnet çerçevesinde yaşamanın gereğine işaret buyurmuştur. Benzer bir olayı biraz kapalı şekilde bize nakleden Hz. Aişe Validemiz Hz. Peygamber’in çok dikkat çekici bir uyarısını daha bize haber vermektedir “Bazılarına ne oluyor ki, benim işlediğimi işlemekten çekiniyorlar!” Hadisimizin Müslim'deki bir rivâyetinde bu ikaz “benim ruhsat verdiğim bir işi”; bir başka rivâyetinde de “bana ruhsat verilmiş bir işi” diye başlamakta ve Rasûlullah'ın, yüzünden belli olacak şekilde kızdığı da ayrıca kaydedilmektedir. Hemen işaret edelim ki, bu üç ifade bir arada değerlendirilecek olursa, Sünnet'in vahiy kaynaklı olduğu anlaşılacaktır. Zira Hz. Peygamber’in bir işi işlemesi veya işlenmesine ruhsat vermesi, kendisine tanınan ruhsat ve yetki sonucudur. Onun kendiliğinden ortaya koyduğu bir tasarruf değildir. Hz. Peygamber'in hadisimizde yer alan bu beyanlarının anlamını şârih Aynî şöyle açıklamaktadır “Onlar benim yaptığım bazı işlerden çekinmelerini Allah katında kendileri için daha faziletli sanıyorlar. Hâlbuki hiç de öyle değildir. Çünkü faziletli olanı ben daha iyi bilirim ve onu işlemekte de onlardan önde gelirim.” Bu uyarı, bir yandan Hz. Peygamber'in konumunu gerçek boyutlarıyla ortaya koyarken bir yandan da -hangi düşünce adına olursa olsun- Hz. Peygamber'den ileri bir dindarlık imkânının bulunmadığını çok açık bir şekilde gözler önüne sermektedir. Ulemamız, bu hadîs-i şerîfi değerlendirirken fevkalâde önemli sonuçlara ulaşmışlardır. Meselâ onlardan biri, “Şâriin ruhsat verdiği bir şeyden kaçınmak, büyük günahlardandır. Zira bunda kendi nefsini Peygamber’den daha muttaki görme yanlışı vardır ve bu ise, bir ilhaddır.” derken bir başkası da İbnu't-Tin “Böyle bir düşünce ve inanç yani kendini Peygamber’den daha muttaki görme, hiç kuşkusuz tam bir ilhad ve küfürdür.” diye kanaat belirtmektedir.[5] Her şeyi ilahî iradeye uygun ve en mâkul şekil ve muhtevada yaşamış ve ümmetine göstermiş olan, ümmetinin güçlüğe uğraması kendisine çok ağır gelen[6], en güzel örnek[7], şefkat ve re'fet sahibi[8] Hz. Peygamber'in, kendi yaşayış biçiminin dışına çıkılmasına karşı gösterdiği bu ciddi ve kesin tutumunun anlamını idrak ettiğimiz gün; takibi gerekli yegâne “iz”i bulmuş olmanın mutluluğunu duyacak ve sünnetin; peygamberî neşe ve feyzine doyacağız. Aksi halde sevgili Peygamberimizin “bazılarına ne oluyor ki?” sitem ve uyarısının muhatapları olacağız. Oysa Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in sünnetini kabullenmek ve yaşamaya çalışmak, Allah Teâlâ tarafından Müslümanlara verilmiş bir görevdir, ilgili iki ayet meâli şöyledir “Allah'a ve Rasûlü’ne itaat edin; eğer yüz çevirirseniz, gerçekten Allah kafirleri sevmez.”[9] “Rabbine andolsun ki aralarında çekiştikleri meselelerde seni hakem tayin edip sonra senin verdiğin hükmü sıkıntı duymaksızın içlerine sindirmedikçe inanmış olmazlar.”[10] İslâm'da Kur'ân'dan sonra ikinci şer’î delîl olan sünnet; İslâm'ı anlama ve yaşamada Ümmet-i Muhammed'in güvencesi, yegâne örneği ve tek yoludur. Bu sebepledir ki ne takva gerekçesiyle ne de ihmal ve tembellik neticesinde sünnet dışında yaşamaya kalkışmak, ümmet olmakla bağdaşmaz. Zira “Peygamber, mü'minler için öz nefislerinden daha önde gelir.”[11] Onun hayatı, sözleri, tavsiyeleri, tebşir ve sakındırmaları kendisine karşı duyulan sevgiye dayalı olarak, ümmet hayatında büyük bir hüsn-i kabul görecektir. Bu hüsn-i kabul, ona ait her şey için geçerli ve gerekli olurken, O'na düşmanlık edenleri, dil uzatmaya yeltenenleri cevaplamak, bid'at ve bid'atçılarla mücadele etmek ve hâsılı onun hayat ve hadisleri siret ve sünnetinin toplum içinde hâkim ve örnek olmasını temine çalışmak Peygamber'e bağlılığın asgari gerekleri arasında yer almaktadır. Binaenaleyh bir kere daha hatırlatalım ki, Peygamberi dışlayarak Müslüman olunamayacağı gibi onun sünnetine rağmen veya sünneti dikkate almadan da Müslüman olunamaz. Hadisimizin ikaz ve irşadı, gerekçesi ne olursa olsun, sünnetten yan çizen herkese yöneliktir. Sorusu ise, hiç kuşkusuz, bu tür bir düşünce ve eğilimi sahiplenenlere yöneliktir ve oldukça düşündürücüdür “Bazılarına ne oluyor ki!” Sünnet, Hz. Peygamber’in ortaya koyduğu hayat modeli, İslâm'ın pratik örneği iken, onu mü'minler için örnek olmaktan çıkarmaya, din için delil olmaktan uzak tutmaya çalışan düşünce ve beyanlar, Peygamber’e rağmen veya Peygambersiz bir Müslümanlık hayalinin ürünleridir. Hâlbuki Muhammedsiz bir İslâm düşünmek hiç bir akl-ı selîmin kârı değildir. Şevketini, izzetini, manasını, dünyasını, ukbâsını Hz. Muhammed'in nurlu yolu sünnette bulan, İslâm'ı sünnetteki yorumuyla kavrayan ve elinden geldiğince de onu bu çerçevede yaşamaya çalışan Müslümanlar kendilerini, gerçekten Sünnet’e ne ölçüde bağlı kalabildikleri noktasından değerlendirmelidirler. Hz. Peygamber’i yegâne önder olarak gündeme hâkim kılmak, ancak böylece gerçekleşebilecektir. Hükümler Netice olarak hadisimizde, bir yandan Rasûlullah'a uymak, sünnetini yaşamak teşvik edilirken diğer taraftan dini anlamakta ve yaşamakta kendilerine göre yollar tutmaya kalkanlara dini maksatlarla kızılabileceğine, şahısların olmasa bile, yanlışların kamuoyunda teşhir edilmek suretiyle düzeltilmesi gereğine işaret olunmakta, böyle bir uygulamanın bizatihi “sünnet” olduğu belirlenmektedir. Bilhassa cemaat önderlerine, ulemaya bu konuda çok ciddi görev ve sorumluluklar düştüğü hatırlatılmaktadır. Ayrıca Allah'a yakın olmanın, O'nu iyi bilmeye ve O'ndan çokça korkmaya sebep olduğu da vurgulanmaktadır. Zira Peygamber Efendimiz, Allah'ı herkesten daha iyi bildiğini ve O'ndan, herkesten çok daha fazla korktuğunu beyan etmişlerdir. Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed *** *Bu yazı hocamızın izniyle Hadislerle Gerçekler adlı eserinden alınmıştır. [1] Buhârî, İ'tisam, 5; Edeb 72; Müslim, Fedâil 128; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 45, 181. [2] Buhârî, İlim 29, İ'tisam 3; Müslim İman 56, Fedâil 134, 136; Tirmizi, İlim 10. [3] el-Mâide 5, 67. [4] Buhârî, Nikâh 1; Müslim Nikâh 5; Nesâî, Nikah 4; Dârimî Nikah 3; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 158; III. 241, 259, 285; V, 409. [5] bk. Aynî, Umdetü’l-kârî, XXV, 39. [6] et-Tevbe 9, 128. [7] el-Ahzab 33, 21. [8] et-Tevbe 9, 128. [9] Al-i İmran 3, 32. [10] en-Nisa 4, 65. [11] el-Ahzab 33, 6.
allah tan en çok korkanınız benim